Ceza muhakemesinde sanığın en temel haklarından biri, müdafi yardımı alma hakkıdır.
Bu hak yalnızca yasal bir güvence değil; adil yargılanmanın da olmazsa olmaz koşuludur.
Fakat uygulamada, özellikle soruşturmanın ilk zamanlarında şüphelilerin avukat olmadan ifade vermesi hâlâ sıkça karşılaşılan bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır.
Peki bu ifadeler geçerli midir?
CMK’da Müdafi Hakkı
CMK m.147, ifade alma sırasında şüpheliye haklarının hatırlatılmasını zorunlu kılar.
Bu maddede açıkça “şüpheli, avukatı hazır bulundurma hakkına sahiptir” denir.
Ayrıca CMK m.150 uyarınca, çocuklar, sağır veya dilsiz kişiler ile alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezası gerektiren suçlarda avukat bulundurulması zorunludur.
Buna rağmen, birçok dosyada avukat olmadan alınmış ifadelerin hâlâ dosyada delil olarak yer aldığı görülür.
İşte bu noktada AİHM’in Salduz/Türkiye kararı devreye girer.
AİHM – Salduz/Türkiye Kararının Yansımaları
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Salduz/Türkiye (2008) kararında çok net bir ilke ortaya koymuştur:
“Sanığın, polis veya savcı tarafından ilk kez sorgulanmadan önce avukata erişim hakkı sağlanmalıdır. Aksi hâlde adil yargılanma hakkı ihlal edilmiş olur.”
Bu karar, yalnızca Türkiye için değil; Avrupa’daki tüm ceza yargılamaları için dönüm noktası olmuştur.
AİHM’e göre, müdafisiz alınan ifadeler yargılamada delil olarak kullanılamaz.
Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi Uygulaması
Yargıtay 8. Ceza Dairesi, Salduz ilkesini içtihatlarına yansıtmış ve müdafisiz alınan ifadeleri hukuka aykırı delil olarak kabul etmiştir:
“Sanığın avukat olmadan kollukta alınan ifadesine dayanılarak mahkûmiyet kararı verilemez.”
(Yargıtay 8. CD, 2017/4325 E., 2018/5217 K.)
Anayasa Mahkemesi de 2019 tarihli bir kararında (B. No: 2016/10347) “ilk ifadesine dayanılarak mahkûmiyet verilmesi”ni adil yargılanma hakkının ihlali saymıştır.
Bizimle iletişime geçebilirsiniz
Sonuç
Avukatsız alınan ifadeler, CMK sisteminde geçerliliğini büyük ölçüde yitirmiştir.
Bir şüpheliye avukat erişimi sağlanmadan yapılan sorgulama, yalnızca hukuka değil, adalet duygusuna da aykırıdır.
Salduz kararının ardından Türk yargısı, savunma hakkını artık bir “lütuf” değil, bir zorunluluk olarak görmektedir.


